İnsanın nasıl tanımlanabileceği oldukça önemli bir sorundur. Çünkü bakış açısına göre yanıtlar değişir ve bakış açıları birbirine uymayanların yanıtları çok zaman birbirine yakın bile olmayabilir. Yüzyılın başlarında insanın çevreye uyum yeteneğinin, daha sonraki yıllarda düşüncesinin, 1950'li yıllarda alet yapımının, 1960'larda önce dilinin daha sonraları avcılığının, insanın diğer canlılardan farklı olan özellikleri şeklinde düşünüldü (Arsebük 1995a). Ancak insanın hayvanlardan farklı olan yalnızca bir özelliği olmadığı ve insanın pek çok yönüyle diğer hayvanlardan farklı, pek çok yönüyle de aynı olduğu kabul edinilebilir. Bedensel özellikleri göz önüne alındığında, insanın doğal olarak iki ayağıyla dik yürüdüğü, vücuduna göre büyükçe olan karmaşık bir beyine sahip olduğu, yassı bir yüzü ve diğer dişleriyle yaklaşık aynı boyda olan köpek dişleri bulunduğu söylenebilir. Ancak insanı insan yapan değerlerin başında insanın kültürel yetkinliği, soyutlama ve alet yapabildiği, belli kurallara göre bir dili konuşabildiği, besinini paylaşıp ve tinsel düşüncelere sahip olabildiği gibi özellikler taşıyan bir canlı olduğu görülür. (Arsebük 1999). Kısacası insanı tanımlamak için tek bir özellikten çok, özellikler bütününü önermek daha mantıklı olarak görülmektedir.
Canlıların yaratıldıktan sonra değişime uğramadıklarını ileri süren ve türlerin değişmezliğini benimseyen kuramların aksine, evrim kavramı, en temel ifadesiyle canlıların değişime uğradıklarını, bu değişimlerin ve uzun birikimlerin sonunda daha karmaşık, daha çok sayıda türlerin ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Avrupa'da, 17. ve 18. yüzyılda Rönesans ile başlayan Bilim Devrimi ile birlikte statik evren görüşü de terk edilmeye başlanmıştır. 17. yüzyılda İngiliz botanik bilgini John Ray'in öncülüğünde bitki ve hayvan türlerinin sınıflandırılması ve isimlendirilmesi çalışmaları, 18. yüzyılda İsveç'li doğa bilgini Carolus Linnaeus ile bir sisteme oturmuştur. Bu sisteme göre doğadaki her canlı organizma cins ve tür olmak üzere ikili isimlendirme (binomial) sistemiyle tanımlanır. Linnaeus sınıflandırmasına göre insan; Alem:Animalia ( Hayvanlar alemi) Phylum: Cordata (Kordalılar), Classis: Mamalia(Memeliler),Ordo: Primatlar, Familia: Hominidae, Genus:Homo, Species: sapiens olarak sınıflandırılır . Bu insanın biyolojik kimliğidir.
Yaşayan her canlının bir akrabalık ilişkisi içinde bulunduğu göz önüne alındığında, insanın en yakın akrabalarının diğer primatlar olduğu görülmektedir. Ancak genetik olarak insanın ve insansı maymunların (Pongid) evrimsel yollarının günümüzden 8-6 milyon yıl önce ayrılmış olduğu düşünülmektedir (Arsebük 1999). O ayrımdan sonra insan ile Pongid’ler evrimlerini kendi başlarına ve ayrı ayrı yönlerde sürdürmüşlerdir.
İnsan birçok ortak özelliği diğer canlılarla paylaşabilmektedir. Ancak doğanın bir parçası olan insan, giderek doğadan kopmuş, biyolojik donanımının ötesinde kendine özgü bazı nitelikleri ile doğayı gözlemleyen biyokültürel bir varlık haline gelmiştir.
18. yüzyıldan başlayarak giderek artan bilimsel geziler, dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıkarılan fosiller, gelişen teknolojiyle hızlanan yol ve tünel yapımlarında meydana çıkarılan kanıtlar, canlı ve cansız doğanın evriminin birlikte ele alınması gerekliliğini ortaya koymuştur.
Zamanımızdan yaklaşık olarak 25 milyon yıl önce başlayıp, 5.5 milyon yıl önce sona eren üçüncü zamanın Miyosen çağında yerküre gittikçe soğumaya, tropik ormanlarla kaplı alanlar kuraklaşmaya başlamıştır. Genet-Varcin, Wolpoff ve Binford'a göre miyosen çağda hominoid adını verilen iki önemli insansı üst aile gelişmiştir. Bunlar sivapithecus’lar ve dryopithecus’lardır. Coppens'e göre besinlerin temelini meyvenin oluşturduğu değişik bir beslenme alışkanlığı, diğer primatlara oranla daha gelişmiş ve karmaşık bir beyin korteksiyle donanmış, her türlü ekolojik ortama kolayca uyum sağlayan bu yeni formların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hominoid atatürlerinin ortaya çıkmasında ve çeşitlenmesinde değişik jeolojik ve iklimsel olaylar da önemli rol oynamıştır. Zamanımızdan 14 milyon yıl öncesinden itibaren, sivapithecus hominoidlerini Afrika, Avrupa ve Asya'nın çeşitli ekolojik ortamlarında görülür. Moleküler biyolojik bilgilere dayanarak Kottak, Asya sivapithecus’ larının 16 milyon yıl önce orangutana doğru evrimleştiğini, Afrika sivapithecus’larnın ise goril-şempanze ve insan ailesinin ortak atasal formları olabileceğini ileri sürmektedir. Franklin'e ve günümüzde geniş ölçüde benimsenen görüşe göre ise, ortak atadan ilk kopma jibon ile başlamış, bunu orangutan izlemiş, 10 milyon yıl önce goril, bu tarihten 100.000 yıl sonra da şempanze ortak atadan ayrılmıştır.