Geçici Saltanatlar

 

Bismillahirrahmanirrahim

"Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ı tesbih etmektedir. O, yücedir, hikmet sahibidir. Kitap ehlinden inkar edenleri ilk sürgün için yurtlarından çıkaran O'dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah, hiç ummadıkları yerden kendilerine geldi (yani Allah'ın hükmü ve azabı geldi) ve kalplerine korku saldı. Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem mü'minlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ibret alın ey basiret sahipleri! Eğer Allah onların üzerlerine sürgünü yazmamış olsaydı elbette kendilerine dünyada azab ederdi. Ahirette de onlar için ateş azabı vardır. Bu onların Allah'a ve Peygamber'ine karşı gelmeleri dolayısıyladır. Kim Allah'a karşı gelirse Allah cezası şiddetli olandır." (Haşr, 59/1-4)

Kainatın yaratıcısı olan Yüce Allah aynı zamanda mutlak güç ve hakimiyet sahibidir. İstediği an istediğini yapma gücüne sahiptir. Bu konuda O'na engel olabilecek hiçbir şey yoktur. Fakat kainatı yarattıktan sonra onun için belli bir düzen, sistem koymuştur. İşte buna sunnetullah yani Allah'ın yarattıklarıyla ilgili sünneti diyoruz. Ama bu sünneti koyan da O'dur, yürüten de. O istediği zaman bunu değiştirme gücüne de sahiptir. İsterse kainatla ilgili düzeninden bir şeyi kısa bir süre için değiştirir. İsterse de temelli olarak değiştirebilir.

Yüce Allah'ın dünyada insanlara birtakım imkanlar vermesi ve onların bu imkanlarla kendilerine yön belirlemeleri de sunnetullahtandır. Ama ilginçtir ki tarih boyunca insanlar çoğu zaman bu sunnetullahın arkasındaki mutlak güç ve hakimiyeti unutarak sunnetullahın bizzat kendisini mutlak güç zannetmiş, dolayısıyla onun asıl sahibine güvenmek yerine ona güvenmeye, itibar etmeye başlamışlardır.

İnsanlar tarih boyunca dış tehlikelere karşı kendilerini koruyabilmek için çeşitli tedbirlere başvurmuşlardır. Bu tabiidir, çünkü sunnetullah gereğidir. Sunnetullahı hiçe sayarak tedbir almamak ise akılsızlıktır. Çünkü Allah insana aklı sunnetullahı anlaması, ona göre hayatına yön vermesi ve bu arada sunnetullahı koyan gücü de tanıması için vermiştir. Ama sunnetullahı hiçe saymak ne kadar akılsızlık ise onun sahibi olan gücü hiçe sayarak aldığı tedbirlerin kendisini sunettullahın asıl sahibinden de koruyacağını sanmak da aynı derecede belki biraz daha fazla akılsızlıktır. Akılsızlığın bir ileri safhası daha var: Oda Allah'ın gücüne karşı, söz konusu tedbirlere başvurma gücüne ve imkanına sahip olanlara güvenmek. Allah'ın ilahi güç ve kudretinden korkmayı unutarak, sunnetullaha göre tedbirler alma, işler çevirme imkanlarına sahip olanlardan korkmayı dolayısıyla hayata Allah korkusuna göre değil de söz konusu güç merkezlerinden kaynaklanan korkuya göre yön vermek. Bu noktaya yeniden döneceğiz. Ancak ondan önce yukarıda verdiğimiz ayeti kerimeleri izah etmeye çalışalım.

Yüce Allah en başta: "Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ı tesbih etmektedir" diye buyurarak yarattığı her şeyin O'na teslim olduğunu, O'nun iradesinin dışına çıkmadığını hatırlatıyor. "Tesbih etmek" denince genellikle eline bir tesbih alıp "Subhanallah, Subhanallah" demek anlaşılıyor. Dolayısıyla kıt anlayış sahipleri buradaki tesbihle neyin kastedildiğini anlayamıyorlar. Oysa tesbih sadece bu değildir. Allah'ın iradesine teslim olarak, O'nun yüceliğini itiraf etmek, O'nun yüce iradesinin verdiği görevin dışına çıkmamak da bir tesbihdir. Örneğin dünya sürekli kendi yörüngesinde döner. Bu onun Allah'ın mutlak iradesine teslim olmasından ve O'nun verdiği görevi yerine getirme konusunda en ufak bir ihmalde bulunmamasındandır. Eğer ki dünya bir anlık ihmal yaparak, on beş dakika istirahat molası vermeye kalkışsa dünyanın üzerindeki bütün canlılar mahvolur. Küçük bir atom parçasının içerdiği elektronlar da kendi yörüngelerinde, kendileri için belirlenen hızda, hızlarını hiç yavaşlatmadan ve artırmadan, hiç mola vermeden döner dururlar. Bu da onların Yüce Allah'ın mutlak iradesine teslim olmalarından, O'nun kendilerine verdiği görevi yerine getirmelerindendir. Kısacası canlı, cansız bütün yaratıklar lisan-ı halleriyle O'nu tesbih ederler.

"O yücedir, hikmet sahibidir": Yarattığı her şey O'nun yüceliğini, hikmet sahibi olduğunu bize gösteriyor. İnsanın bütün özellikleriyle ilgili üç buçuk milyar şifreyi gözle görülemeyecek kadar küçük DNA moleküllerine yerleştirebilen Allahu teala'nın yüceliğini anlayamamak veya anlamamakta direnmek küfürde inad etmekten başka bir şey olamaz. Bu inad ise insana hiçbir şey kazandırmaz.

Yüce Allah, insanlara kendi ilahi güç ve hikmetini tanımaları için bazı uyarılarda bulunduktan sonra bu ayetleri içeren sureye adını veren olaya yani "haşr" olayına geçiyor:

"Kitap ehlinden inkar edenleri ilk sürgün için yurtlarından çıkaran O'dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı."

Burada "kitap ehlinden inkar edenler" denirken kastedilenler yahudilerin inkarcılarıdır. Özelde kastedilenler ise Beni Nudayr yahudileridir. Onlar, Resulullah (s.a.s.)'ın Medine'de ilk İslam devletini kurduğu sırada koyduğu ve ilk İslam Anayasası olarak tarihe geçen anlaşmaya imza atmışlardı. O anlaşmanın 16. maddesinde şöyle deniyordu:

"Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğratılmaksızın ve aleyhlerine yardımlaşılmaksızın yardım ve ilgimize hak kazanacaklardır."

Yani yahudiler anlaşmaya sadık kaldıkları, herhangi bir hıyanet yapmadıkları sürece Müslümanların ve İslam devletinin yardımına hak kazanacak, onlara karşı başkalarıyla yardımlaşılmayacak, kendilerine zulmedilmeyecekti. Ama bunun karşılığında onların üstlendikleri bir görev de vardı. Bu görev de 24. maddede şu şekilde belirlenmişti:

"Mü'minler bir savaşa girdiklerinde yahudiler de kendi savaş masraflarını karşılamak zorundadırlar."

Yani ortak bir saldırıya maruz kalındığında, ortak değerlerin savunulması ve herkesin kendi savaş masrafını karşılaması gerekir. Bu maddeden sonra yahudilerin her bir kabilesinin adı tek tek zikredilerek aynı görevi üstlendikleri belirtiliyordu. Ama diğer yahudi kabileleri gibi Beni Nudayr kabilesi de bu anlaşmaya ihanet etti ve Ahzab savaşında Müslümanların en darda oldukları anlarda müşriklere yardım etti. Çünkü onlar Medine'de yeniden, Evs ve Hazrec'i birbirine düşürerek kan ticareti yaptıkları böylece ekonomiye dolayısıyla kabilelere hükmettikleri günlere geri dönmek istiyorlardı. Ahzab savaşında da bütün müşrik kabilelerinin birleşip Medine'yi kuşattıklarını görünce: "Artık bu savaş Müslümanların sonu olacak nasıl olsa!" diye düşünmüşlerdi. Ama onların düşündüğü gibi olmadı ve müşrik toplulukları kuyruklarını toplayıp gitmek zorunda kaldılar.

Artık sıra ihanet edenlerle hesaplaşmaktaydı. Beni Nudayr yahudileri önceden kendileri için çok sağlam bir kale yapmışlardı. Tabii bu kaleyi sunnetullaha göre kendilerini sağlama almak için yapmışlardı. Ama bu onları sunnetullahın asıl sahibinden de koruyacak değildi. Ne var ki onlar bunu düşünemediler. Kalelerinin kendilerini Allah'tan yani Allah'ın azabından ve hükmünden koruyacağını sandılar. Fakat Allah'ın hükmü onlara hiç beklemedikleri cihetten geldi ve teker teker kalelerinden indiler. Eşyalarından yanlarına alabildikleri kadarını toplayıp hayvanlarına yükledi ve Medine'yi terk ettiler.

Olayı böyle özetle aktardıktan sonra buradan günümüze ışık tutmaya çalışalım. Günümüzde de kalelerine bu kadar güvenenler yok mudur? Silahlarına, savaş teçhizatlarına, kan ve vahşete dayanan insanlık dışı tuzaklarına... Ama bunların hepsi sunnetullaha göredir. Sunnetullahın sahibine karşı hiçbir şey ifade etmez. Allah'ın hükmü onlara hiç ummadıkları yerlerden gelebilir. Yüce Allah, Beni Nudayr yahudileri hakkında: "Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız..." diye buyuruyor. Bundan on - on iki yıl önce komünist diktatörlüklerin böyle hızlı bir şekilde döküleceğini de kimse tahmin etmiyordu. Ama Allah'ın hükmü gelince kimse o hükme itiraz edemiyor. Günümüzde de ABD emperyalizmi ve ona yön veren uluslararası siyonizm, silah ve tehdit gücüne dayanan, bu arada geri kalmış ülkeleri ekonomik yönden kıskaca almış olan, bir yandan da sürüleşmiş haldeki medya organlarını peşlerinden sürükleyen bir saltanat sürüyor. Bu saltanatın sahipleri kalelerine çok fazla güveniyorlar. Sunnetullaha göre yapılmış bu kalelerin sunnetullahın sahibinden de kendilerini koruyacağını sanıyorlar.

Hadi diyelim söz konusu saltanatın sahipleri kalelerine o kadar çok güveniyorlar. Peki onların bu güçlerine bakıp da Allah'ın gücünü unuttukları için, Allah'ın ipine değil de güç ve saltanat sahiplerinin iplerine yapışanlara ne demeli? Siyonistler güçlü diye, kimse onların pisliklerini ortaya çıkarma cesareti gösteremiyor. Bunu da bırakın birçokları onların sözcülüğünü bile yapmaya başladı. Onlarla aynı safta olanları kastetmiyorum. Dün siyonizmi en büyük tehlike olarak görenlerden bile bunu yapanlar var. Soykırım safsatalarını gerçek gibi yutturmaya çalışanların, bu safsataların filmlerini yayınlayanların arasına artık bu kesimden olanlar da katıldı.

İşte bu, Allah'ı unutup, geçici güç sahiplerini yenilmez, yıkılmaz güç sahipleri olarak görmeye kalkışmaktan ileri gelmektedir. Böyle düşünenlerin kafalarını ellerinin arasına koyarak Allah'ın sıfatlarını bir kez daha hatırlamaya ihtiyaçları var.

 
 
Bugün 2 ziyaretçi (5 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol